Türk Hava Yolları’nın (THY) yayınladığı Skylife Dergisi, 2019 Haziran ayı sayısında ‘Dağların Arasındaki Saklı Cevher: Amasya’ başlıklı özel dosyaya yer verildi.
En fazla ülkeye uçan havayolu ünvanlı THY, her ay 300 bin adet basılıp ortalama 5 milyon yolcusuna ulaştırdığı prestijli dergisinde “özel dosya” çalışması ile turizmin parlayan yıldızı ilimizin güzelliklerini sayfalarından yansıttı.
Sezgi Olgaç’ın hazırlayıp Ahmet Çetintaş’ın fotoğrafladığı bölümde şehrimizin tarihi, doğal ve kültürel zenginlikleri okuyucuya aktarıldı.
DAĞLARIN ARASINDAKİ SAKLI CEVHER: AMASYA
Dağlar arasında, yemyeşil bir ırmağın iki yanındaki düzlüğe kurulu Amasya, en uzak çağlardan beri kralları, hükümdarları, şehzadeleri ağırladı. Bugünse doğaya ve tarihe meraklı gezginleri misafir ediyor.
Bazı şehirler size kapılarını açmak için en doğru zamanı bekler. Doğup büyüdüğüm Karadeniz’de daha önce yakından tanıma fırsatı bulamadığım Amasya’ya doğru, dağların ardındaki bir sır perdesini aralamaya gider gibi çıkıyorum yola. Tarihin çeşitli dönemlerinde Amasseia, Amasia, Amasiyye diye adlandırılmış̧, adı neredeyse hiçbir değişikliğe uğramadan bugüne kadar gelebilmiş̧ Amasya şehri; coğrafi güzelliğini, kültürel değerlerini de zamana karşı korumayı bilmiş̧. Mimariden arkeoloji ve gastronomiye bol keşifle geçecek gezimin ilk hedefi belli: Yeşilırmak kıyısında bir yürüyüş ve orada boylu boyunca uzanan Yalıboyu Evleri’nin keşfi.
Görkemli dağların arasından akan, yemyeşil, capcanlı Yeşilırmak’a Antik Çağ’da “İris” denirmiş̧. Gerçekten de Yeşilırmak Amasya’nın orta yerine yerleşmiş̧, derin bakışlı, yeşil bir göz bebeği gibi. Tam karşımdaki Harşena Dağı’na baktığımda gözüme ilk çarpan; kalemle çizilmişe benzeyen Yalıboyu Evleri oluyor. Sanki bir dönem filminin içindeyim, ama hangi dönem olduğunu kestirmek güç̧. Hemen arkada kayaların içine oyulmuş̧, dağın eteklerini birer taç̧ gibi süsleyen Kral Kaya Mezarları… Osmanlı şehzadelerine ve onların validelerine 150 yıldan fazla bir süre ev sahipliği yapmış̧ Kızlar Sarayı bölgesi Pontus krallarından kalma bu mezarlara komşuluk ediyor. Harşena Dağı’nın doruğunda ise ak bulutlara karışmış̧ Amasya Kalesi… Amasya’ya tek bir noktadan baktığımda bile tarih, bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor.
Amasya’da doğan, Anadolu’nun ünlü coğrafyacısı Strabon’un şu sözü kentin uzun geçmişini özetler gibi: “Her ne kadar şimdi bir eyalet ise de Amasya vaktiyle krallara aitti.” Pontus Krallığı, Hititler, Roma, Bizans ve Selçukluların ardından uzun yıllar Osmanlı dönemini yaşayan Amasya’da tüm bu medeniyetlerin izleri var. Karşıma köprülerin, hanların, medreselerin, hamamların, anıt mezarların çıktığı şehir bir açık hava müzesi âdeta. Tarihini sahiplenmeyen kentlerin geleceğinin olamayacağını bilen Amasyalılar, bu büyük mirası çeşitli müzelerde korumaya almış̧. Helenistik dönem kalıntılarından İlhanlı dönemi mumyalarına, Bizans heykellerinden Roma lahitlerine dek pek çok farklı medeniyetten eserler barındıran Amasya Arkeoloji Müzesi, şehrin derinlerine inmek isteyenler için iyi bir başlama noktası.
Osmanlı döneminde şehzadelerin sancak beyliği yaptığı şehir olmak, Amasya’ya bir misyon ve güç̧ bahşettiği gibi Osmanlı’ya ve şehzadelere dair hatıralar da kazandırmış̧. Bütün bu miras Şehzadeler Müzesi’nde canlılığını koruyor. Yeşilırmak kıyısındaki Yalıboyu Evleri’nin en güzellerinden biri iki katlı bir müzeye dönüştürülmüş. Aralarında II. Murad, II. Bayezid gibi tahta çıkanların da bulunduğu şehzadelerin balmumu heykelleri karşımda nefes alıyor sanki. Şehzadelerin öyküleri ve konağın Osmanlı saraylarını çağrıştıran etkileyici iç̧ dekoru beni Osmanlı’nın yükselme devrinde bir yolculuğa çıkarıyor.
Kendi yoluma devam edip rengârenk örtülerin, mis kokulu sabunların, Amasya’ya has çiçek bamyalarının, misket elmalarının süslediği tezgâhların arasından geçerken “Bu şehre gelenler Harşena Dağı’nın eteklerindeki Hatuniye Mahallesi’nde kaybolmadan dönmemeli.” diye düşünüyorum. Sultan II. Bayezid için oğlu Amasya valisi Şehzade Ahmed’in yaptırdığı Sultan II. Bayezid Külliyesi, cephesindeki turkuaz çinilerle kendini hemen belli eden Selçuklu eseri Gökmedrese Camii, sekizgen yapısıyla Kapı Ağa (Büyük Ağa) Medresesi gibi Osmanlı ve Selçuklu yapılarıysa Amasya gezimin yıldızları olarak belleğimde ve gönlümde yerini alıyor.
Hayran kaldığım yerlerden biride İlhanlılar döneminden kalan, önce taç kapısının zarafetiyle sonra da hikâyesiyle beni büyüleyen Darüşşifa oluyor. 1308-1309 yılları arasında inşa edilen yapı, yüzyıllar boyunca hekimlerin yetiştiği bir okul, hastaların şifa bulduğu bir hastane olarak kullanılmış̧. Türk tıp tarihinin önemli hekimlerinden Şerefeddin Sabuncuoğlu’nu da yetiştiren Darüşşifa, bugün Sabuncuoğlu Tıp ve Cerrahi Tarihi Müzesi olarak onun ismiyle anılan benzersiz bir müze. Ruhsal rahatsızlıklar için müziğin iyileştirici gücünün kullanıldığı Darüşşifa’yı gezerken hangi makam hangi hastalığa iyi gelir, su sesinin ruha etkilerinelerdir öğreniyor, bir yandan da ruhumu dinlendiriyorum.
Amasya’da medeniyetlerin tarihi kadar, aşkların tarihine de kulak vermeli insan. Azerbaycan’ın Erzen kentinin kadın hükümdarı Mehmene Banu’nun kız kardeşi Prenses Şirin’le usta nakkaş̧ Ferhat’ın aşkını anlatan Ferhat ile Şirin efsanesi, Anadolu’da yüzyıllardır Amasya’yla birlikte anılıyor. Amasya-Tokat yolu üzerindeki antik su kanallarına bu efsaneden yola çıkılarak Ferhat Su Kanalı denmiş̧ ve geçtiğimiz yıllarda bu bölgeye Ferhat ile Şirin Âşıklar Müzesi kurulmuş̧. Müzede Kerem ile Aslı, Mimar Sinan-Mihrimah Sultan ve hatta Romeo ve Juliet’e kadar uzanan, balmumu heykeller ve ışıklandırmalarla dolu, sürprizli bir “aşk resmigeçidi” ne tanık oluyorum.
Amasya’ya 60 kilometre mesafedeki zümrüt yeşili Boraboy Gölü’ndeyse bambaşka bir dünya var. Bungalovlarda bir hafta sonu tatili yapmak ya da doğayla baş başa bir gün geçirmek için Orta Karadeniz’de gidilebilecek en güzel yerlerden biri olan Boraboy, Amasyalıların da gözdesi. Üstelik buradan Amasya’ya dönüş̧ yolunda başka bir sürpriz saklı. Ziyaret kasabası yakınlarında, bir başka kaya mezarı olan Aynalı Mağara, yol kenarında tüm heybetiyle birden karşıma çıkıyor. Alınlığındaki yazıt, Antik Yunan harfleriyle “Rahip Tes’e ait bir mezar” olduğunu anlatıyor ve büyüleyici bir etkisi var. Adının Aynalı Mağara olmasının sebebiyse cephesine günışığı vurduğunda parlaması.
Geceleri Amasya bir masal âlemine dönüşüyor. Yalıboyu’ndaki zarafet timsali Osmanlı evleri, gece rengârenk ışıkları yandığında bir başka parlamaya başlıyor. Hele bir de ayın şavkı Yeşilırmak sularına vurmuşsa… Ortaya çıkan manzaralar Van Gogh’un tablolarını anımsatıyor insana âdeta.
Irmak kenarında dokusu değiştirilmeden yenilenmiş̧, otel ya da restorana dönüştürülmüş̧ bazı konaklarda şehrin gastronomi cevherleri saklı. Orijinal görünümü korunarak otele dönüştürülmüş̧ Sarı Konak Otel’in Amasya’ya has fırın keşkeğini, meşhur haşhaşlı çöreğini ve bakla dolmasını yemeye; şık atmosferini hissetmeye değer. Yöreye özgü̈ tırtıl tatlısı Seher Ana’nın yerinde, nefis lezzetlerdeki çeşit çeşit mantı ise Hatuniye’deki Anadolu Mantı Evi’nde denenmeli.
Amasya’ya dair anlatılacaklar bitmez… Son bakır semaver ustası Mustafa Sofu’nun mütevazı ama hikâyelerle dolu atölyesi, huzurlu bahçesi ve zarif şadırvanıyla Mehmet Paşa Camii, yakın zamanda yenilenmiş̧ tarihî Sofular Mahallesi, yeni açılan Şeyh Hamdullah Yazı Tarihi ve Hüsn-i Hat Müzesi, Selçuklulardan kalan Burmalı Minare Camii, Bizans kilisesinden dönüştürülmüş̧ Fethiye Camii… Daha neler neler! Hem dünün hem bugünün şehri olmayı başarmış̧ bu kadim kentte yarınlara bırakılacak daha nice hikâye var.